Ana içeriğe atla

Gelecek kurumsal aktivizmin güçlü olduğu sürdürülebilir şirketlerindir.

Açılmış yollarda yürümek neye yarar ki?

Yönü zaten belli olan yol, yol bile değildir:
Yol, yönsüzlüktür. (Bir arabaya takılmış
bir pusula, hiç durmaz, dönüp durur...)

Yolun yönü, yol açılırken belirlenir
--Açıldıktan sonra da, artık,
zaten bellidir: Belirli bir yola girmek,
belirlenmiş (bir) yön(ler)de yürümektir. 

Sahici yürüme,
yol açmadır.

Yolu yol yapan, yola çıkma edimidir.
(Gerçek yollar da öyle açılmaz mı zaten:
Dinamit ekipleri, ekskavatörler, greyderler
-- bir gürültü, bir patırtı: Sonra,
dümdüz asfalt üzerinde kayıp giden lastikler...)

Açılmış, hazır yollarda
yumuşak yumuşak dönüp duran tekerlekler
ne anlarlar ki, yol asıl nedir – ya da, salt,
yol nedir...?

Yolu gerçekten bilen,
yolun gerçekten ne olduğunu bilen,
yolda dönüp duran tekerlek değildir:
kazmadır, kürektir, dinamittir
-- tekerlekler terlemezler...

Yolu,
yürüyen bilmez:
açan bilir.

Yürüme, Oruç Aruoba


Bazen beklersiniz, öylece beklersiniz. Tüm gücünüzle direnir ve sabredersiniz. Rakibinizin iyice yaklaşmasına izin verirsiniz. Çukura düşmüş fili oynarsınız. Çukurda size sopa atan herkesin yüzünü ezberlersiniz. 

Çukurunda seni dövenlerin yüzünü ezberler, hangi çadırdan çıktıklarını görmeye çalışırsın. 

Öyle çok vururlar ki, her vuruşlarını yazarsın. Ellerinde  ki her kozu oynamaları için motive edersin. Ellerinde ki gücü iyilik için kullanmalarına dair her fırsatı her dakika her saat verirsin. Böyle olmak zorunda değil dersin. Daha çok hırslanırlar. Yanağına vurduklarında sen öbür yanağını da gösterirsin. Tekrar bağırırsın. 

“Bizi bugün çok kötü dövün, bizim ağzımızı burnumuzu parampinçik edin. Bizi bugün öyle bir dövün ki, biz bütün acılarımızı unutalım, bizi bugün öyle bir dövün ki biz hayatımız boyunca yediğimiz bütün kazıkların hepsini unutalım. Bizi öyle dövün. O gün bu gün. Beni öyle bir dövün ki ben kimsesizliğimi unutayım, beni öyle dövün ki ben annesizliğimi, onu unutayım, böyle kafamı yere çarpayım ağzımdan böyle salyalarım aksın ağzımdan böyle salyalarım aksın, kafamı bile kaldıramayayım, beni öyle dövün. Beni yetimhanede ki gibi dövün. Böyle ben ufacık çocuktum, karşımdakiler kocamandılar, sürekli vuruyorlardı bana. Sabahlara kadar ağlıyordum ama sesimi kimse duymuyordu. İşte beni öyle dövün. Ama bak ıskalamayın ben yerden kalkmayayım, beni bayıltın, bayıltın beni. Ben yerden sakın kalkmayayım, yerden kalkarsam gördüklerim bana çok koyuyor.  Iskalamayın. Eğer ıskalarsanız, size şu yaşıma kadar yaşamış olduğum her şeyin hesabını sorarmışçasına vururum. Beni yerden kaldırmayın. Beni eğer ıskalarsanız, anasızlığın, babasızlığın, yetimliğin bütün hesabını sizden sorarmışçasına size vururum.” 



Vurdukça yıkıldığını zanneder daha güçlü vururlar. Nefislerinin ve korkularının, sabırsızlıklarının ve paniklerinin kurbanı olurlar. Daha çok, daha çok, daha çok vururlar. 

Vurmaktan yorulanlar, durup nefes aldıklarında yaptıklarını düşünmeye başlarlar, kendi vicdanları ile hesaplaşmak zorunda kalırlar. 

“unutmayın” dersin “insanlar kötü bir şey yapmadan evvel muhakkak vicdanlarını susturacak bir şey bulurlar.” 

Kendi iç hesaplaşmalarında vicdanlarını susturacak her olası bahaneyi her sahte savunmayı yok edersin. Kendi vahşilikleri ile çırılçıplak yüzleşsinler istersin. 

Kaçma dersin, izle... Vicdanından kaçma... Kendi gerçekliğinle yüzleş... Artık herkes görüyordur birbirlerinin "asıl halini" 

Hristiyanlıkta rahiplerin neden var olduğunu sorgulayan insanlar vardır. Allah ve Kul arasına giren bir başka insanın ilahi gücünü sorgularlar. Oysa ki Hristiyanlıkta rahipler şeytana ve kötülüğe karşı Tanrının elidirler, sözüdürler. 

Günahlar ve kötülükler bir başka insan tarafından görülmediğinde içimizde ki her kötülüğü büyütürler. Gerçek pişmanlık itirafla mümkündür. İtiraf edemediğin bir günahı kalbinden çıkaramazsın. Kalbini çürütüp durur. Orada gittikçe daha çok büyür. O yüzden Şeytan hep gizli olanda tahayyül edilir, karanlıklarda saklı olarak tahayyül edilir. Çünkü sakladığımız her kötülük şeytana hizmet eder. 

O yüzden vicdanlar, kötülük konusunda izlendiklerini bildikleri her an ortalığa saçılan kötülüğün başkaları tarafından göründüğünü bildikçe rahatsızlık duymaya başlarlar. Gizli olanı başkaları görmeye başladığında "asıl halimizi" sorgulamaya başlarız. Nelere sustuğumuzu, nelere gözlerimizi kapadığımızı sorgulamaya başladıkça kendi kabuklarımıza çekiliriz. Bir süre kaçmak, görmemek, acıyı hissetmemek için kaçmaya çalışırız. 

Kaçma dersin, izle... Vicdanından kaçma... Kendi gerçekliğinle yüzleş.. Herkesin gerçekliği ile yüzleş. 


Yeniden bağırırsın: Var mısınız gerçeklerin karanlığına katlanmaya? Kör olmanın da bir adabı var. 

Hemen çobanlar girer devreye.. Yeni propagandalarla diri tutmaya çalışır kaybetmekten korktuğu homurtulanan vicdanları. 

Olağanüstü stres ve şiddetli duyguların ortaya çıktığı durumlarda kişinin aklını sağlam tutabilmesinden söz ediyoruz... Ama özdenetim olarak bilinen, en büyük stresler altında sakin olmayı başarma becerisinin kişinin karakter yapısına gömülü olduğunu varsaymak herhalde gerçeğe daha yakın olacaktır. Temelinde o da güçlü karakterleri yıkmadan tutkulu duyguları dengelemeye yarar ve işte bu denge zekanın baskınlığını garanti eder. Karşı ağırlık derken insanlık onuru, en soylu gurur, en derin gereksinimden söz ediyoruz: her zaman mantıklı davranma dürtüsü. Bu nedenle sağlam bir karakterin en güçlü duygularla bile dengesinin bozulmayacağını öne sürüyoruz.
SAVAŞ ÜZERİNE, Carl Von Clausewitz,  1780-1831

Yaşadığın her acının gerçekliği, her vuruş, her darbe, her işkence yeni bir dünyaya giden yolun dinamitleri olup dağın eteklerine yerleşir durur. Her dinamit, her acı, her yıkım, artık rahatsız eder dağın tepesini. Çünkü her yıkım, her acı -artık- tek bir kişiyi acıtmaz. Artık sağlam karakterlerin dengesini bozacak kadar ağır işkence ve eziyeti herkes görüyordur. Daha da iyi olanı herkes, artık, birbirini de görüyordur. 

Ölüm için kesin kararlı olun: böylece ya ölüm ya yaşam daha tatlı olacaktır. Yaşamı ikna edin: eğer seni kaybedersem yalnızca aptalların sakladığı bir şeyi kaybetmiş olurum: sen bir nefessin, tüm göklerin etkilerine köle olan, sen bir alışkanlıksın saatlerin kederini taşıyan: sen yalnızca ölümün soytarısısın: çünkü sen ondan kaçmak için uçarak yine de ona doğru yaklaşıyorsun. Sen soylu değilsin: taşıdığın tüm rahatlıklar alçaklıkla beslenir. Hiçbir şekilde cesur değilsin:çünkü sen zavallı bir solucanın yumuşak çatalından korkuyorsun. Senin en iyi dinlenmen uykudur ve sen bununla hem kışkırtıyor hem de kendi ölümünden korkuyorsun, ki bir daha olmayacak.
Kısasa Kısas, William Shakespeare 1564-1616


Bir ömür içinde 2 büyük sosyal devrim yaşadık. İnternet devrimini sindiremeden yapay zeka devrimini yaşamaya ve sindirmeye çalışıyoruz. Dünya daha önce hiç olmadığı kadar hızlı bir dönüşüm yaşıyor. 

Monolog çağına alışanlar dialog çağını anlamakta güçlük çekiyorlar. Yeni bir nesil var. Bu nesil, monolog sevmiyor. Çünkü doğduğundan beri binlerce bağlantı ile her dakika dialog halinde. Bu dialog yeni nesilin haber alma şekillerini, örgütlenme şekillerini merkeziyetsizleştiriyor. Her gün merkeziyetsiz uygulamaların giderek daha fazla tercih edildiği, kontrolcülüğe ve sansüre karşı gizliliğin giderek büyüyen bir pazar haline geldiğini izliyoruz.

Hızla değişen dünyaya uyum sağlamak eski için her zaman kabul edilmez ve zordur. Bugünün değişime direnen büyük şirketleri, geçmişin statükoya direnen savaşçılarıydı. Savaştılar ve değiştirdiler. Şimdi yeni bir değişime uyum sağlayacak gücü kendilerinde bulamıyorlar. Uyum sağlamak yerine değişime karşı kendilerini korumaya çalışıyorlar. 

Kendilerini korumak için dünya tarihinde hiç görülmemiş bir saldırganlıkla hiç görülmemiş riskleri göze alarak kazanmak için her şeyi yapıyorlar. Ellerinde ki her değerli şirketle ve tüm güçleriyle. 

Diğer taraftan değişen dünyanın business modellerini tutkuyla kendilerine istiyorlar. Yeni olanı kendilerine istiyorlar ama eski yöntemlerinden vazgeçemedikleri için yeni olanı yürütemiyorlar. Başarısızlıklarını gizlemek için bir balonu şişirip duruyorlar. Medya ile, podcast ile, PR stratejileri ile başarısızlıklarına makyaj yapıyorlar. Ama durmadan şişirilen bir balonun kaçınılmaz sonu bir patlamadır. 

Aylar önce bir yazı yazmıştım, ben kaybetsem de kazandım. Kaybettiklerinden vazgeçmek istemeyenler büyük bir kumar oynuyor ve kaybettiklerini geri kazanmak uğruna masadan kalkamıyorlar. Değişim bir tercih değil kaçınılmaz bir zorunluluktur demiştim. 

Pazarlama İletişimin  en önemli liderlerinden birisi olan Philip Kotler’in Hermawan Kartajaya ve Iwan Setiawan ile birlikte 2021 yılında yazdıkları Pazarlama 5.0 kitabında bu zorunluluğu şöyle açıklıyorlar: 

Şirketler son dönemlerde yeni büyüme kapısı bulmanın güçleştiğini gördüler. Satın alma gücüne sahip olduğu halde yeterli hizmet alamayan pazarlar azaldı. En iyi yönetilen şirketler bile hem pazarlarını genişleterek hem de piyasaya yeni ürünler sürerek organik büyüme yaratmakta ve sürdürmekte sıkıntı çekiyor. Bu sıkıntı devam da edecek. Ekonomistler önümüzdeki on yıl boyunca küresel ekonomik büyüme hızının yavaşlamaya devam edeceğini öngörüyor. 

Ekonominin neredeyse durma noktasına gelmesinde pazardaki doygunluk, yeni aktörlerin sayısının artması, azalan satın alma gücü ve operasyonların giderek karmaşık bir hal alması gibi yaygın engellerin payı var. Bununla birlikte, bu durum şirketlerin yakın zamanda sadece ekolojik açıdan değil, toplumsal açıdan da büyümelerinin sınırına ulaşacaklarının göstergesi olarak da yorumlanabilir. Çevrenin olduğu gibi, piyasaların da taşıma kapasitesi sınırlıdır. 

Şirketler karlarının bir kısmıyla toplumun gelişimine yatırım yapmalarının daha hızlı büyümelerine engel olduğunu düşünürdü. Şirketlerin aslında tam tersinin doğru olduğunu anlaması gerekiyor. İş yaparken negatif dışsallıklar da hesaba katılmalıdır. Onlarca yıldır uygulanan agresif büyüme stratejileri çevrenin zarar görmesine, toplumda ki eşitsizliklerin artmasına yol açtı. Toplumun zayıfladığı, bozulduğu bir ortamda şirketlerde büyüyemez. 

Gelir eşitsizliğinin yarattığı kutuplaşma yaygınlaştıkça, piyasalar -özellikle de alt yarısı- hırslı büyüme inisiyatiflerini kaldıramaz hale gelecek. Bu zararı ortadan kaldırmaya yetecek güce sahip şirketler başarılı olacak. Dolayısıyla, sürdürülebilir bir büyüme yakalamak isteyen şirketlerin, büyüme planlarına toplumsal kalkınma gibi kilit bir unsuru da dahil etmesi gerekir. 

Gelecekte büyümeye devam etmek isteyen şirketler açısından sosyal aktivizm iyi bir yatırım olacaktır. Yeterli hizmet alamayan milyarlarca insan yoksulluktan kurtulduğunda, insanların eğitim ve gelir düzeyi arttığında, dünyanın her yerinde ki pazarlar sürdürülebilir bir büyüme yakalayacaklardır. Geçmişte yararlanılmayan segmentler yeni büyüme kaynaklarına dönüşecektir. Dahası, daha istikrarlı bir toplumda ve sürdürülebilir bir çevrede, iş yapmanın maliyeti ve riski daha az olacaktır. 

Vizyonu, misyonu ve değerleri olmayan markaların rekabet becerisine sahip olmaması bir hijyen faktörü haline geldi. Toplumsal sorumluluk anlayışını faaliyetlerine entegre edemeyen şirketler, müstakbel müşteriler tarafından görmezden gelinme riskine girer. Giderek daha fazla müşteri, satın alma kararlarını şirketlerin etik anlayışı konusundaki algıları doğrultusunda veriyor. 

Hatta müşteriler artık markalardan toplumun geneline faydalı olmalarını bekliyor ve şirketler de bunu biliyor. Microsoft, Starbucks, Pfizer, Unilever ve yüzlerce şirketin Facebook reklamlarına ara verdiği, Facebook’a nefret söylemlerini ve yalan haberleri daha iyi yönetme çağrısı yaptığı “Stop Hate for Profit” (Kar Uğruna Nefrete Son Ver) kampanyası kurumsal aktivizmin öneminin kanıtı niteliğindedir. 

İnternet sayesinde şirketler şu an sürekli gözlem altında. Müşterilerin faaliyetlerin etik boyutlarını takip etmesi çok daha kolaylaşmış durumda. Şirketlerin artık çevresel ve toplumsal ve ekonomik faaliyetlerini sürdürülebilirlik raporları aracılığı ile takip etmesi ve duyurması artık standart bir uygulama. 

İşgücünün en büyük kesimini oluşturan Y kuşağından çalışanlar uzun süredir sosyal değişimin savunucuları konumunda. Bu kesim sadece müşteri olarak satın alma güçlerini değil, bir yandan da çalıştıkları kurumların içerisinde sosyal değişimin savunuculuğunu yaparak baskı uyguluyor. Günümüzde Z kuşağının da işgücüne dahil olmaya başlamasıyla -yakında çoğunluk olacaklar- sosyal ve çevresel sorumluluk sahibi uygulamaların hayata geçirilmesi yönündeki kurum içi baskılar daha da arttı. 

İşyerinde çeşitlilik, kapsayıcılık ve fırsat eşitliği, yetenek savaşında olmazsa olmaz etkenler olmaya, işe alım, ücretlendirme ve kişisel gelişim uygulamarını önemli ölçüde etkilemeye başladı. BCG, McKinsey ve Hays’ın yaptığı birçok araştırma bu uygulamaların, sağlıklı kültür yaratarak, yaratıcılığı arttırarak, bakış açılarını genişleterek şirketlerin verimliliğini ve finansal performansını arttırdığını gösteriyor. 


Ancak şirketler söylemleriyle tutarlı davranmalı, iddialarını hayata geçirmelidir, çünkü çalışanları ve -artık müşteriler- samimi olmayan vaatlerin ve fırsatçı davranışların kokusunu anında alabilir. 

Bir yıl önce bir melek yatırımcı STOP LOSS kavramından bahsetmişti. Tecrübeli ve işinde uzman yöneticilerin yeteneklerinin stop loss gibi zor kararlarda belli olduğunu söylemişti. 

Bir yıllık bu süreçte edindiğim tecrübeler bana şunu öğretti. STOP LOSS yapamayan yönetici profesyonel bir yatırımcı değil, kazanmaya bağımlı bir kumarbazdır. 

Hileli zarlarla sürekli kazanmak için her şeyi yapıyor ve yine de kaybediyorsanız. Belki de kazanma hırsı ile her şeyi yapmak, kaybedilenleri geri alabilmek için daha fazlasını masaya koymak artık bu zamanın ruhuna uygun bir risk alma yöntemi değildir.

Her alanda yaşanan ideolojik, yaşam tarzı, yaşam biçimlerinde ki kutuplaşma dünyayı bir felakete sürüklüyor. Sosyoekonomik sınıflar arasındaki uçurumu giderek daha fazla büyütüyor. Bu kutuplaşmanın sonunda orta sınıf ya aşağı inerek ya da yukarı çıkarak ortadan kalkıyor. 

Şirketlerin fırsat eşitliği ve en temel insan hakları konusunda çok hassas olması gereken bir dönemden geçiyoruz. 

Şirketlerin bu konularda söyledikleri gibi olmazlarsa ya da en temel insan haklarına karşı duyarsız davranırlarsa oluşabilecek sorunları 1948 yılında koruma altına alınan Evrensel İnsan Hakları Bildirgesin “ilk” maddesinde açıkça görebilirsiniz. 

 “İnsan haklarını göz ardı etmenin ve hor görmenin, insanlığın vicdanında infial uyandıran barbarca eylemlere yol açtığını ve insanların korku ve yoksunluktan kurtulması, konuşma ve inanma özgürlüğüne sahip olacağı bir dünyanın ortaya çıkmasının sıradan insanların en yüksek özlemi olarak ilan edilmiş bulunduğunu, insanın zorbalık ve baskıyla son çare olarak başkaldırmak zorunda kalmaması için, insan haklarının hukukun egemenliği ile korunmasının önemli olduğunu “  

Orta sınıfın hızla ve çoğunlukla alt sınıfa ilerlediği bu dönemde Kapsayıcılık ve Sürdürülebilirlik bir tercih olmaktan çıkar. 1948 yılında değiliz. Muazzam bir iletişim özgürlüğü ve WEB3’ün merkeziyetsiz internete evriliyor olması kutuplaşmanın bu derecede arttığı bir dönemde markaların kurumsal aktivizm, sürdürülebilirlik ve fırsat eşitliği konularına çok daha önem vermesini bir zorunluluk haline getirir. 2023 yılında 1984’ü yaşamak, tam anlamıyla tehlikeli bir  kumar oynamaktan daha ötesi değildir. 

Merkezi olan kişi hem sakin hem önyargısızdır. Neyin önemli, neyin önemsiz olduğunu bilir. Gerçekleri dinginlikle ve tarafsızlıkla karşılarken orantı duygusunu yitirmez. 

Hara no aru hito (merkezi olan adam) yaşama sükunetli bakar, sakindir, her şey için hazırdır...
Hiçbir şey onu altüst etmez. Birdenbire yangın çıksa ve insanlar karmaşa içinde bağırıp çağırmaya başlasa o, derhal sessizce en doğru işi yapar, rüzgarın yönünü saptar, en önemli şeyleri kurtarır, su getirir ve acil durumun gerektirdiği biçimde hiç duraksamadan davranır. 

Hara no nai hito ise bunun tam tersidir. Bu tanım sakin kararlar vermeyen kişiler içindir. Kökleşmiş bir huy olması gereken ölçülülükten uzaktır. Bu nedenle rastgele, öznel, keyfi ve kaprisli yanıtlar verir. Önemli ile önemsiz, gerekli ile gereksiz arasında ayrım yapamaz. Verdiği kararlar gerçekler yerine, geçici koşullara, ruhsal durum, kapris, “sinir” gibi öznel temellere dayanır.
Hara no nai hito kolayca irkilir, sinirlidir, ama bunun nedeni özellikle duyarlı olması değil, merkezden uzaklaşmasını önleyecek, olaylarla gerçekçi bir şekilde başa çıkmasını sağlayacak içsel eksene sahip olmamasıdır... 

Dijital dünyanın içerisinde binlerce veri kümesi ve analiz aracı iyi kullanıldığında gelecek matematiksel olarak tasavvur edebilir. Belki de kaybeden olmak yerine kazanan tarafa geçmenin vakti çoktan gelmiş, geçiyordur. 

2 yılı geçen bu yolculukta kapitalizme geleceği göstermek için her şeyi söyledim. Verilerle ve matematikle temellendirerek 2 yıl önce anlattıklarımı gerçekleşmesi imkansız uzak bir geleceğin hayali gibi görenler, bugün bu gerçekliğin karşısında eziliyorlar.  

Kurumsal aktivizmi güçlendirerek ve kurum içi baskıları daha yüksek sesle arttırarak yöneticiler şirketlerini kendi gerçekliklerine dönmeleri konusunda harekete geçmeye zorlayabilirler. 

Değiştiremeyeceğimiz tek bir şey var, o da insanlık tarihinin sürekli bir tekerrürden ibaret olduğu gerçeğidir. İnsan davranışının öngörülemez muhteşemliği ve yaratıcılığı her zaman doğru olanı yapmıştır.
Belki de bir zamanlar statükonun karşısında onurlu bir direnişle teknoloji devrimini hayatımıza sunanların, büyüdükçe geçmişte savaştıkları statükocu yapıya benzediklerinin farkına varmalarının tek yolu kurum içi baskıların daha yüksek sesle dile getirilmesidir. Kurumlarınızın değişime karşı hantallaşmasına kurum içi aktivizmle dinamizm kazandırabilir, kurumlarınızı fitleştirebilirsiniz.  





Bir zamanlar kendilerine başarıyı getiren kendi gerçekliklerine geri dönülemez şekilde yabancılaşan kurumlara “Stop Hate for Profit” diyerek kendi değerlerine yeniden sahip çıkmaya teşvik edebilirsiniz. 

Gelecek kurumsal aktivizmin güçlü olduğu sürdürülebilir şirketlerindir. 

Biz aynı filmi tarihte daha önce hiç görülmemiş bir baskı ve sansürle yeniden yaşıyoruz. 

Baskılar, şantajlar, tehditler. Sansürler... Davalar. Ve dava dosyalarında yapılan onlarca hukuksuzlukla mücadele ediyoruz. 

Bir zamanlar olduğunuz kişiler olmaya cesaret edebilirseniz bir zamanlar öncüsü olduğunuz değişimi bugün bir adım daha öteye taşıyabilirsiniz. Bunun yerine bir zamanlar size yapılanların aynısını ve çok daha fazlasını yapmaya devam ederseniz bir zamanlar sizin verdiğiniz tepkileri verdiğimiz için bizi suçlamayamazsınız. 



Mesele olmak ya da olmamak değil, aynı zamanda ne olduğumuzla ilgili. Tarihin tekerrünü bu sefer eski için daha kazançlı kılabiliriz. Sen karar ver. 


Gelecek kurumsal aktivizmin güçlü olduğu sürdürülebilir şirketlerindir. Bize katılın. Dünyayı birlikte değiştirelim.






 







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkcell’in Yaptığı Manipülasyonlar ve Evrakta Sahtecilikler

  Merhaba, bu makalede Türkcell’in kendi açmış olduğu Haksız Rekabet Davasında yaptığı manipülasyonları anlatacağım. 20 Aralık 2022'de Türkcell’in işin içinde olduğunu anladığımız anda Türkcell KVKK ekibine kişisel verilerimizin ne şekilde kullanıldığına dair tüm bilgileri tarafımıza göndermesini istedik. 23 Aralık 2022'de Türkcell hakkında açılacak davalarla ilgili Köksal Hukuk Bürosuna velaket veriyor. 10 Mayıs 2023 tarihinde Türkcell Haksız Rekabet davası açıyor. Fakat Haksız Rekabet davasında sorun yaşayacağını anlamış olacak ki daha sonrasında sahte e-imza ile dava dilekçesini değiştirmeye ve dosyaları manipüle etmeye çalışıyor. Peki nasıl ? Önce haksız rekabet dilekçesini UYAP üzerinden siliyorlar. 11/05/2023 tarihinde bir 23 Mayıs saat 21:58'e duruşma günü kaydediliyor. Duruşma günü ayarlandıktan sonra aynı gün çeşitli kurumlara müzekkere yazılıyor. Müzekkerede “Haksız Rekabet” davası, “Tazminat (Haksız rekabetten kaynaklanan)” şeklinde değiştiriliyor. 23 Mayıs Akşam